İNGİLTERE & İSKOÇYA GEZİSİ (27 KASIM 2021-7 ARALIK 2021)
Hayatımın dönüm noktalarında olan bu turu asla unutmayacağım .Keyifli bir uçak yolculuğu sonunda Londra’ya indik. Daha önceki gelişimden biliyordum, Stansted Havalimanında uçaktan inip havalimanın içerisinde trene binildiğini…
İlk defa da burada görmüştüm. Tren sizi pasaport kontrolüne götürür. Bu seferki pasaport polisi çok sıcakkanlı ve arkadaş canlısıydı. Şakalaşmalar eşliğinde Londra’ya resmen giriş yaptık.
Tren biletlerimiz aldık ve yaklaşık 45 dakika-1 saatlik keyifli bir tren yolculuğunun sonunda Liverpool Street istasyonunda inip bizi Paddington ’a götürecek Dünya’nın en muhteşem ve örümcek ağı ile tabir edilebilecek bir sistematiği olan metro ağına ulaştık.
Londra’nın her noktasına ulaşabilme imkanını sağlayan bu metro sistematiği renkler ile birbirinden ayrışmış durumdadır.
Birkaç gün sonra metro ağını çözmüş oluyorsunuz ama önerim Londra girişinde bir Oyster kart almanız. Bu kart ile çok keyifli bir şekilde seyahat edebilirsiniz. Ayrıca Türkiye’den farklı olarak Londra’da metro hattına girerken ödeme yapmıyorsunuz. Yolculuğunuz tamamlandıktan sonra gişeden geçerken ödemeniz yapılır. Önce öde ve ya İzmir deki gibi öde sonra iade al gibi zaman kayıpları yaşamıyorsunuz.
Otel seçimimiz çok yerindeydi diye düşünüyorum. Yol yorgunluğu bizi otel odasında kalmaya teşvik etti desek yanlış söylememiş oluruz. Cumartesi oluşu bile bize cazip gelmedi ve sağlam bir uyku ile ertesi güne zinde bir şekilde başladık.
Kasım son günlerinde Londra’da her yer ışıl ışıldı. Tam bir ışıklar şehrine bürünmüştü. Kafeler, restoranlar , barlar , Noel pazarları, sokaklar kendine hayran bırakıyor, tatlı sert soğuğunu bile hissettirmiyordu.
Müziğin duyusal bir hafıza olduğunu hep söylerim. Viski müzik eşleşmeli yazılarımı yazarken bunu her daim bir enstrüman olarak kullanıyorum.
Yazılarımı sadece viski tadarak ve tadım notlarını çıkararak yazmayı sevmiyorum. İlham gelmiş ise eğer; ki ne zaman ve nerede geleceği pek belli olmuyor…
İlhamı hiç kaçırmamaya çalışıyorum…
Çocukluğunda çok sevdiğin bir yere gittiğinde beğenmediğin bir şarkı çaldığı olmuştur ; o şarkı bile keyfini kaçıramaz. Ve yıllar sonra o gün beğenmediğin şarkı çıktığında karşına işte astral seyahat başlar ve seni o çocukluğundaki mutlu yere ve ana götürür.
Aslında müzik bir zaman makinesidir ve sürücüsünün de sizin olduğunuz…
İstediğiniz yere ,ücretsiz ve orada istediğiniz kadar kalabildiğiniz bir seyahatten bahsediyorum.
Londra’daki Noel Şarkıları çaldığı zaman ; aklıma keyifli anılar, burnuma tarçınlı kurabiyeler, sıcak şarap , bol viski , İskoç Istakozu , İskoç Somonu , İskoç Etinin kokuları geliyor.
Bu hissiyatı uzun zamandır hissetmemiştir. Noelleri severim. Sanırım bundan önceki hayatımda Orta Çağda yaşamış bir keşiş bile olabilirim. Noel Ruhunu en iyi yansıtan iki yer kiliseler ve Noel pazarları ikisi de çok severim.
Bilhassa Gotik Kiliselere ayrı bir hayranlığım vardır. Mimarinin sınırlarını zorlayan bu sanat eserleri beni hiçbir mimari eseri etkilemediği kadar etkiler.
Kiliselerin uzunlamasına büyümesi, kaburgalı tonoz, artan cam(gül pencere) ve ahşap süslemeleri, heykeller estetiklik ve ruhanilik yaratırken, sivri kemerler içeriye daha çok ışık girmesini sağlamıştır. Tabii ki bu kadar yükseklik ve sivri kemerin geri dönüşü ağırlık olarak karşılarına çıkmıştır…
Bunu da Uçan Payandalarla çözmüşler ,teknik bir ihtiyaç aynı zamanda estetik bir görünüm sağlamış ayrıca Gotik Mimarinin en büyük imzalarından birisi olmuştur.
İlk günümüzde; keyifli bir kahvaltıdan sonra odamızın penceresinden müthiş keyifli bir kilise gördüm arka sokağımızda…
Londra gezimize arka sokağımızdaki kiliseyi ziyaret ederek başladık. Daha sonraki durağımız Hyde Park oldu. Keyifli bir pazar yürüyüşü için gerçekten ideal.
İngilizlerin üşümediğini ya da üşüse bile bunu dert etmediğini o an anladım. Hyde Park içerisindeki gölün bir kısmı yüzücüler için ayrılmış, havanın dondurucu seviyede olduğunu da hatırlatmak isterim. Park içerisinde şort t shirt ile koşanlara şaşırırken yüzenleri görünce bizim içimiz titredi. Hemen sıcak bir şeyler içmemiz gerek dedik…
Hyde Park tan sonra rotamızı Westminister Abbey ‘e çevirdik. Abbey in göz atar atmaz London Eye karşımızdaydı. London Eye etrafında keyifli etkinlikler ve güzel bir fish & chips restoranı vardı.
Tabii ki de bir hoş geldik fish & chips lezzet deneyimi yaşadık London Eye manzaralı pencereden dışarıyı izlerken…
Karnımız tok sırtımız pek yola devam…
Bir sonraki durağımız dünyanın belki de en ünlü hükümdarının evi…
Buckingham Sarayı’ndan ve Kraliçe II.Elizabeth ‘ ten söz ediyorum…
Muazzam bahçesi ve devası kapılarının önünde ve arkasında nöbet tutar askerler ve polisler aristokrasiyi damarlarınıza kadar hissetmenizi sağlıyor. The Crown dizisindeki sahneler geliyor aklıma, o saray tam da karşımızda…
Kraliçemize selamlarımızı ileterek yolumuza devam ediyoruz. Londra aslında açık hava müzesi gibi…
Hiç sıkılmayacağız Dünya’nın 2 başkenti varsa birisi Londra’dır diyebilirim.Kültür ve sanatın başkenti Londra’da metro istasyonlarındaki reklamlar aklımdan çıkmıyor.
Sayısını bile unuttuğum müzikal, tiyatro, opera, bale, klasik müzik konseri reklamı…
Hangisine gideceğini şaşırıyor insan. Türkiye’de hiç görmediğimiz bir medeniyet örneği…
Londra, Thames Nehri etrafına inşa edilmiş desek yanlış söylememiş oluruz.
Londra Kalesi ve Londra Köprüsü şehrin en bilinen simgelerinden. Tabii ki biz de bu sanat eseri kalesi ziyaret etmeyi ihmal etmedik.
Kaledeki Raven adı verilen devasa, abartısız odun parçaları büyüklüğünde kargalar mevcut. Kalede ‘’ Dikkat Isırabilir ‘’ diye tabelalar mevcut. Gerçekten bir Raven ile göz göze gelmek istemezsiniz.
Kalede ünlü mahkumların zindanlarından, kraliyet müceverlerine, müzelere kadar bir çok bölüm bulunmaktadır. Kraliçe damgalı elbiseli görevliler ise sizi tam da orta çağda hissettiriyor.
Keyifli kale gezisinin sonunda İngiltere’ye taşınan dostum Murat Çark ile buluştuk. Londra Köprüsü’ nden geçerek, eski bir lokal pub ta oturup biralarımızı yudumladık. Sohbetimizin sonunda otelimizin yakınlarına tekrar geçtik. Winter Wonderland Noel Pazarı ve eğlence alanına girer girmez muhteşem bir ambiyans ile karşı karşıyaydık.
Aslında bu deneyimi kelimelere dökerken ; söze nasıl başlanır bilemiyorum? Klişesinden yardım alabilirim mesela.Muazzam bir kalabalığım ortasında bulduk kendimizi ancak sosyal meseafe ve maske önlemimize çok dikkat ettik ve bunun faydasını da tüm seyahatimiz boyunca gördük.
Akşam saatlerinde Soho’ ya geçtik. Soho için Londra’nın eğlence merkezi diyebiliriz. Londra’nın en iyi viski barlarından olan Milroy’s Of Soho da burada yer almaktadır.
Grants & Sons Amerika ve Avrupa Marka Elçisi Ashvin Kumar ile birer kadeh viskimizi yudumladıktan sonra eşime sürpriz olarak rezervasyonunu yaptığım Londra Köprüsü manzaralı müthiş restoranımıza geldik.Ürün kalitesi ve fiyat performansı olarak bizleri çok memnun etti diyebilirim. Daha sonra otelimize doğru yola koyulduk.
Edinburgh Gezisi
Ertesi gün, Bavullar toplandı,otelimizden ayrılış vakti geldi çattı, hızlı tren ile Edinburgh ‘ya yolculuk başlıyordu…
King’s Cross Tren istasyonuna geldiğimizde doldurucu bir hava bizi karşıladı.Londra seyahatim boyunca hiç bu kadar üşüdüğünü hatırlamıyorum.
Tren saatimizi kontrol ettik ancak bir sorun vardı,bilgilendirme ekranında bizim bineceğimiz tren ile ilgili herhangi bir bilgi yoktu.Kuşkulu bir şekilde hemen görevlilerden birisine sorduk.
Aldığım cevap ile beynimde şimşekler çakmıştı.Çünkü dün Murat Çark bana Edinburgh ‘da bir fırtına olduğundan ve yoğun kar yağışından dolayı bazı tren seferlerinin iptalinden bahsetmişti.
-’’Peki şimdi biz ne yapacağız? ‘’dedik.
-‘’Sakin olun Hızlı Tren Newcastle şehrine kadar gidecek orada tren değişikliği yapacaksınız’’ dedi.
İçimiz rahat bir şekilde bir kafeye geçtik ve sıcak kahvelerimizin keyfini çıkardık.
Trenimiz beklerken Harry Potter Mağazasını ziyaret edip; fotoğraf çektirmeyi de unutmadık.
Trenimiz geldi nihayet, yerleştik hızını takip etmekte zorlanmıştık. Hatta karşı hattan da bir başka hızlı tren geldiğinde ortaya inanılmaz bir ses patlaması yaşanıyordu istemsiz olarak başımızı diğer yöne çevirirken bulmuştum kendimi…
İskoçya’da en çok ne vardır diye sorsalar?
Ülkede kişi başına düşen çok fazla şey var. Küçükbaş ve büyükbaş hayvan, kişi başına düşen fazla viski fıçıları,İskoç Somonu, İskoç İstakozu,ve şuna hatırlayamadığım bir çok şey…
İngiltere kent merkezinden uzaklaştıkça küçükbaş ve büyükbaş hayvan sayılarında artış hatta hiç gözden kaybolmama hissiyatını gözlemliyor insan…
Bu durum Highlands bölgesine gelindiğinde; İskoç Galcesinde Highlands Coo(kööö diye okunur) denilen ; yakışıklı ve güzel kaküllü, gözleri tüylerinden kapanmış sevimli ineklere dönüşüyor.
Tren Newcastle Şehrine giriyordu, göz alıcı köprüsü ve binalarına kısa bir göz atmamızla beraber tren istasyonuna giriş yaptık.
İlk fark ettiğimiz Newcastle ‘da yaşayanların İngilizceleri olmuştu. Anlaşılmaz bir hal almaya başlayan bir şeyler oluyordu sanki. Aksan direk değişmişti…
İngilizlerin bile anlamadığı bir ülkeye İskoçya’ya giderken ;aslında İskoçya sınırı denilebilecek bir şehir , yaklaşık 1 saatlik mesafedeydik ama bu aksan değişikliği hiç beklemiyorduk…
Şaşkınlığımızı gizleyemedik.
Seyahat etmenin en güzel yanı da bu değil mi?
Seyahat ile kazanılan deneyimin yerini ve kültürün üzerine kattığı olumlu kazanımlar tarifsiz ve bana göre ikamesi de yoktur diye düşünüyorum.
Örneğin Newcastle şehrinin tren istasyonunda geçirilen birkaç saatteki yaşadığım deneyim ve edindiğim bilgiler dünyalara bedel…
Edinburgh’ya bizi götürecek trenimiz perona yanaştı ve yolculuk başladı. Edinburgh’ya vardığımızda akşam saatleriydi ve soğuk bir hava ile merhaba dedi bize şehir…
Haymarket durağından çıkış yaparak, yürüyüş mesafesindeki otelimize yerleştik. Londra’da yaptığımız eylemi burada yapmayalım dedik,müthiş bir İtalyan Restoranına girdiğimiz gibi lezzet şölenine kendimizi bıraktık.İçilen içki ile tadılan muazzam lezzetler kadar bizi şaşırtan iki şey daha vardı…
Birincisi,su istendiğinde musluktan mu olsun yoksa kapalı su mu istersiniz sorusuydu…
Musluk suyu istenirken ücretsiz ve aksini söylemezseniz adettendir sanıyorum suyun, buz ile servis edilmesi oldu bizi ikinci şaşırtan…
Hesaba gelince birim olarak düşünüldüğünde inanılmaz ucuzdu…
Ertesi gün için sabah erkenden yapılacak bir program olmadığından bu güzel yemeğin üzerine Edinburgh ’e hoş geldin viskisini Princess Street de yudumladık…
Yorgunluğumuz alarm verirken bu gecelik bu kadar bize yeterli dedik ve otelimize dönüp istirahate çekildik yeni bir günün hayalini kurarken…
Ertesi gün ilk durağımız geçtiğimiz yaz Princess Street ‘ te açılan dünyanın en büyük içki devi Diageo nunda bünyesinde olan Johnnie Walker ‘ın inanılmaz kompleksi büyüleyiciydi…
Edinburgh’ nın en merkezi caddesinde olan kompleksin içerisinde birçok aktivite bulunmaktadır.Dört mevsim için özel olarak şişeletebileceğiz fıçılar göz dolduruyor.Ayrıca kendi adınızı yazdırabileceğiz Blue Label ekspresyonları ile kendinizi ve/ ve ya sevdiklerinizi şımartabilirsiniz.
Özellikle vitrin tasarımı, standart ekspresyonları başka bir boyuta taşımış, Limited Edition Blue Label vitrini de göz doldurmakta, Kompleksin tam merkezinde özel tasarım ve Limited bir Black Label ekspresyonu bulunmakta. Bu ekspresyonu ilk defa burada gördüğümü itiraf etmek isterim.
Bu kadar mı? Tabii ki de değil. Zemin kattaki bölümümüz, kapalı bir dükkan benzeri bir bölüme doğru uzanıyor. Limited ekspresyonlar, pahalı Diageo malt ve harman ekspresyonları göz dolduruyor. Bölümün tam merkezinde bizleri şaşırmayacak bir seri bulunmaktadır.
Tabii ki de Diageo Special Releases 2021…
Hepsi de birbirinden özel ve muhteşem bir sanat eseri formunda olan sekiz adet ekspresyon direk göze çarpıyor…
İlk göze çarpan özellikten bahsetmek istiyorum.
İlki muhteşem etiket tasarımı ekspresyonlara ,vahşi ,gotik, biraz Yüzüklerin Efendisi havası katmış diyebilirim. Öte yandan Lagavulin 26 dışındaki ekspresyonların alkol oranının yüksek olması. Haliyle 26 yaşında bir ekspresyonun fıçı gücünde olması çok da mantıklı bir durum olmayacaktır.
Ancak her zaman belirttiğim üzere fıçı gücünde, renk ilavesiz ve soğuk filtrasyon işlemi görmemiş ve tek fıçıda olgunlaşan viskiler her zaman gönlümü daha çok çelmektedir.
Bu demek değildir ki; bunun dışındaki viskiler iyi viski değildir. Benimkisi sadece bir kişisel tercihtir. Görecelidir ve kişiden kişiye de değişmektedir.
Zemin katın giriş kısmına tekrar yönelince aradan bir geçiş olduğunu farkettik ,o bölümde etkinlikler ile ilgili bilgilendirmeler aldık ve bunun ile ilgili viski severlere çeşitli seçenekler sunulmuş.
Aroma ile ilgili etkinlikler ile başlayıp kompleksin altında bulunan mahzendeki Princess Street için özenle seçilen fıçılardan direk tadım yapabileceğiniz bir seçenek de bulunmakta…
Tabii ki de bu fırsatı kaçıramazdım. Ancak gün yeni başlamıştı. Edinburgh ‘yı keşfedip akşam saatlerindeki son etkinliğini biletini alarak yolumuza devam ettik.
Edinburgh Kalesinden geçiş panoramik Edinburgh Manzarası derken kendimizi ; Dünya’nın büyük viski koleksiyonunu içerisinde barındıran ve daha önce hiç görülmemiş bir viski deneyimini yaşatan The Scotch whisky Experience adlı mabette buluyoruz. Muazzam koleksiyon Brezilyalı Viski Tutkunu Claive Vidiz ‘e ait olan 3.384 adet olan viski ekspresyonluk koleksiyonun Diageo tarafından satın alınmasıyla; viski severlerin ziyaretine açılmış oldu.
Muhteşem deneyimi tarif etmek gerekirse; çok acıkmışken en sevdiğimiz yemekten aldığımız ilk lokma gibiydi diyebilirim.
Bu arada İskoçya’da kışın hava 15:45 civarında kararmakta, yazın ise bu tam tersine dönüyor. Güneş 23:00-23:15 civarında batıyor. Bu bilgiyi de burada vermiş olayım.
Hemen hemen mağazaların büyük çoğunluğu İskoç hediyelik eşya ve viski üzerine diyebilirim. Öte yandan; daha önceden de bahsettiğim gibi İskoçya küçükbaş hayvan cenneti denilebilecek bir ülke, bu koyunların yünleriyle yapılan %100 yün ve kaşmir atkılar, kiltler , her klan desenine özgü olarak satılmaktadır.
Gördüğüm viski mağazalarına ve barlarına sitemde ayrı ayrı detaylı olarak yer vereceğim ancak bu yazıda da kısa bir bilgi vermek isterim.
Beni en çok etkileyen viski mağazaları; The Royal Mile Whiskies,The Whisky Trail, The Cadenheads oldu.
Son viski alışverişimizi yaptığımızda akşam saatleriydi…
The Whisky idi sanırım, hem bir viski bar hem de restorandı. Edinburgh’ nın denediğimiz en iyi somonu ve İskoç Etini burada deneyimledik.
Ve tabii ki son lokmalarımızı hızlandıran bir programımız vardı hatırlarsanız…
Çiseleyen yağmurun eşliğinde JW Princess Street kompleksine giriş yaptık. Bu arada bir uyarıda bulunmak isterim, İngiltere ve İskoçya’da yanınızda sadece nakit ve ya sadece kredi kartı bulundurmayınız. Bunun sebebi bazı yerlerde sadece nakit kullanılması, bazılarında ise sadece kredi kartı kullanılmasıdır.
Bunlardan birisi ise JW Princess Street kompleksidir. JW sadece kredi kartı kabul etmektedir.
Eğitmenimiz ile tanışarak mahzene doğru iniyorduk. Ancak etrafıma baktığımda bu eğitimde bende başka kimsenin olmadığını fark ettim. Eğitmenimiz Rebeca ’ya ‘’Bu sanırım Vip bir eğitim gibi görünüyor.’’ Dedim.
O da ‘’Kesinlikle’’ diye cevap verdi.
Mahzen gerçekten çok soğuktu, montumu çıkarmak bile istemedim. Ortam çok keyifliydi, Sadece fıçılar ve biz vardık.
Konu viskiydi ve hayatımda tattığım en deneysel viskiler önümdeydi. Muazzam 7 adet ekspresyon tattım. Detaylı tadım etkinliğini bir yazıda paylaşacağım.
Etkinliğin sürprizi ise; sevdiğim notaları Rebecca ’ ya iletmem ile bir nevi yapay zeka ile programlanan ve tablet üzerinden kontrol edilen sistemde yaklaşık 10 farklı viski bulunmakta; ve benim zevklerime göre bir harman oluşturan sistem bu viskiyi servis edilecek hale getiriyor.
Bu tarif Diageo Harmancılarına ait ve hiçbir zaman şişelenmeyeceği söylendi; sadece bize özel bir harman olarak kadehimi doldurunca inanılmaz keyifli hissettim diyebilirim.
Öte yandan kadehimi yudumlarken Rebecca bana bir sürpriz daha yaşattı; bu tarifin sahibi olan harmancının bu tarif ile ilgili sesli mesajını dinletti.İnanılmaz bir deneyimdi diyebilirim.
İçilen viskiler, paylaşılan tadım notları kadar viski sohbeti de çok derindi.
Etkinlik sonlanırken aklım Mortlach 26 da kalmıştı ve sana bir iyilik yapabilirim diyerek gitti döndüğünde elinde bir kadeh Mortlach 26 vardı çocuklar gibi mutluydum.
İnanılmaz bir viskiydi, sanırım içtiğim en iyi Mortlach diyebilirim.Mutluluk benliğimin tümünü o kadar sarmıştı ki ,ilk defa bir tadımda damağımı temizlemek için su içmek aklıma gelmedi.
Mahzenden çıktık ve eşim kapıda beni bekliyordu.Hem birşeyler yemek hem de Usquabae yı görmek istiyorduk.Dün akşam kapalı olduğundan kısmet bugüneymiş dedik.
Usquabae, Edinburgh ‘ nın en iyi viski barlarından, hatta Whisky Advocate ile birlikte en iyi viski barları sıralamasında ilk iki sıradalar.
JW Princess Street ’ ten çıkıp Usquabae ‘ ya geçmek çok kolay, yolun karşısına geçmeniz yeterli.
Usquabae ‘nın tam karşısında Angel’s Share Bar var, viski seçeneği Usquabea kadar geniş değil, ancak bir göz atılıp denenebilir.
Fıçıdan direk çekim 7 viski tattıktan sonra biraz gevşemeye başladığımı eşim fark etti.Usquabae ‘ya kadar gelip birşeyler içmesek olmaz dedik; bir kadeh Tamdhu CS söylerek geceyi sonlandırdık.
Ertesi gün Edinburgh ‘ ya yaklaşık 45 dakikalık mesafede olan Glenkinchie Damıtım Evine doğru yola koyulduk.
Yolculuk gayet keyifliydi, Edinburgh ‘ nın şehir merkezinden çıkıp diğer bölgelerini keşfetme imkanız oldu. Mimari yapı , düzen , kurallara uyulma hali her yerde kendini gösteriyordu.
Glenkinchie Damıtım evinin lokasyonu gerçekten çok iyi , içerisinden bir dere geçiyor.Etrafı sakin,yeşillik.
Glenkinchie için Johnnie Walker ‘ ın Lowland Bölgesindeki evi diyebiliriz.Karakter olarak, çiçeksi,yeni kesilmiş çim , tahıl , çifte kavrulmuş fındıksı , bal notaları baskındır. Glenkinchie , yumuşak içimli viskiler üretim tarzıyla biliniyor.
Damıtım Evi personeli bizi çok sıcak karşıladı. Girişte büyük Johnnie Walker ve köpeğinin heykeli bizleri karşılıyor.Karşılaştığımız ilk damıtım evi görevlisi bizimle fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyor.
Girer girmez büyük ve göz alıcı mağaza kendini belli ediyor.Bu mazağada sadece Glenkinchie ekspresyonları değil, Diageo ‘ya ait diğer ekspresyonları da bulabiliyorsunuz. Özellikle Special Release 2021 şu günlerde çok popüler olmakla birlikte burada da bulunuyor.
Turumuzu John ile yapıyoruz.Glenkinchie ‘ nin tarihi,tadım daha sonra ise, damıtım evini geziyoruz.Gezimizin ardından barda birer kadeh viskimizi tudumluyoruz.Barın üst kısmında fıçıların olması bara farklı bir ambiyans katmış.Damıtımevinin simgesi olan bisiklet,dev camlı bölme sayesinde tüm manzara ayaklar altında…
Viski içmek için daha keyifli neresi olabilir ki?
Dönüş yolculuğumuz güzel anılarla doluydu…
Balmoral Hotel yakınlarından geçip Edinburgh Kalesi’ne çıktık. Tam bir sanat eserine baka kalırken buldum kendimi, fotoğraf çekmeyi bırakıp anın tadını çıkarmak istedim. Bir yanımda Orta Çağ da yaşayanların ayak sesleri, bir yanımda savaşlardaki kılıç kalkan seslerini harmanlanıyor zihnimde, öteki yandan eser kar soğuğu aklımı başıma getiriyor ve günümüze dönüyordum.
Yorulduğumuzu hissederek günü keyifli bir Fransız Kafesinde sonlandırmak istedik. Ertesi gün için zinde olmalıydı…
Çünkü yolculuk vardı…
Glasgow’ a gideceğiz..
Glasgow Gezisi
Edinburgh ile Glasgow arası 1 saat civarında bir mesafede, normal şartlarda yeni bir yer göreceğim zaman içim kıpır olur yerimde duramam, ancak hayatımda ilk defa içim buruk ve ait olduğum yerden ayrılıyormuşum hissiyatına büründüm.
Bu düşünceden sıyrıldım ve Glasgow yolculuğumuz başladı. Edinburgh ‘ nın görmediğimiz daha bir çok bölgesi vardı , bazı bölümlerini de bu seyahatin ilk kısmında görmüş olduk .
Kırsallaşma başladı derken kısa süre sonra bir metropole yaklaştık. Büyük binalar, şirketlerin ofislerini görünce Glasgow’a yaklaştık diye mırıldandık. İskoçya’nın başkenti Edinburgh olsa da En büyük kenti Glasgow olmaktadır. Hatta Birleşik Krallık ta ki yanlış hatırlamıyorsam 3. En büyük nüfusa sahip şehir.
Açıkçası Edinburgh ‘dan sonra bize biraz soğuk bir şehir izlenimi verdi ilk başta Glasgow. Belki ilk olarak burayı görsek izlenimimiz değişebilirdi. Ya da bizim gibi Orta Çağ tutkunu bir çift olmasaydı yine farklı bir gözle ile görebilirdi bu şehri…
Otelimize yerleştik…
Bugünü şehri keşfe ayırdık. Şehirde zaman geçirdikçe iyiden iyiye ona ısınıyorduk. Noel Pazarını da ziyaret etmeyi unutmadık.
Ancak benim aklım Pot Still Viski bardaydı. Adı çok duyduğum bu barı ziyarete doğru şehrin yukarı kısımlarına doğru yol alırken yolun karşı tarafında belirdi Pot Still.
Bardaki viski koleksiyonu göz dolduruyordu, neredeyse tavana kadar viski şişesi doluydu. Her şişe birbirine sıfıra sıfır temasta idi…
Deprem olsa bu barda sanırım sağlam şişe kalmaz dedim eşime…
Şişeler için herhangi bir koruma da yoktu. Servis eden sarışın İskoç Genç; istenilen viskiyi ağaca tırmanır gibi çevik bir şekilde atlaya zıplaya indiriyordu…
İskoçya ‘daki ünlü viski barlarında o kadar çok çeşit viski var ki ; menüde bir çoğu yok. O yüzden göz ile seçmek gerekiyor.
Keyifli bir bağımsız şişeleyici ekspresyonu olan viskilerimizi seçip yüksekte bulunan bir bölüme oturduk ve viskilerimizi yudumladık.
Sırada Dünya’nın en büyük, prestijli ve elit viski birliklerinden olan İskoç Viski Birliği (SMWS) ‘ nin Glasgow’daki Barı vardı…
Edinburgh ve Londra’ da da barı bulanan SMWS, kendine tarzında yaptığı şişe ve etiket tasarımları, damıtım evlerinden aldıkları fıçıları özel şişelemeleriyle ünlü.
Şişelerinde Dünya tek olan bir sistematik kurgulaması yapmışlar. Şişelemelerin sistematiği bir nokta etrafında sıralanan rakamlardan oluşmaktadır. Noktanın sol tarafındaki sayılar damıtım evinin adını, noktanın sağındaki rakamlar ise fıçı numarasını belirtmektedir. Keyifli viskilerimizi yudumladık.
Londra ya kıyasla Glasgow SMWS barı çok daha beğendiğimi belirmek isterim.
Günün yorgunluğunu atmak ve dinlenmek üzere Otelimize geri dönüyoruz.
Ertesi sabah keyifli bir kahvaltı sonrası istikamet Buchanan Otobüs İstasyonu…
Buradan kalkan otobüsümüz ile istikamet öncelikle İskoçya’nın en büyük göllerinden olan ve yine en büyük milli parklarından olan Loch Lomond oluyor. Muhteşem doğanın içerisinde yüzümü yalayıp geçen hafif rüzgar ve tertemiz doğanın mis kokusunun senteziyle resmen gençleştiğimizi hissettim.
Akıl almaz manzaralar eşliğinde yaptığımız doğa yürüyüşü sonrasında bir sonraki durağımız Aberfoyle kasabası…
Filmlerde gördüğümüz her şeyden bir tane olan şirin bir kasaba. Noel hazırlıklarının ve heyecanın kıpırtılarının hissedilmeye başladığı restoran da öğle yemeğimizi alırken buz gibi birayı da yudumlamayı es geçmedik.
Kısa bir kasaba gezisi ve alışverişi sonrasında ünlü Orta Çağ kasabası Stirling ’ e doğru yola çıkıyoruz.
Yol üzerindeki küçüklü, büyüklü kasabalar, sahipsiz gibi ulu orta yatan ve ya otlayan küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar.Üşümemeleri için üzerine örtü örtülen atlar…
Alabildiğine yeşil bir doğa,sanki yemek kaşığıyla toprağı kazsanız su fışkıracak gibi…
…Nemli,yosunsu taştan duvarlar da cabası.
Öte yandan her ne kadar İngiliz ve İskoç mutfağı zayıf olsa da İskoçya’da kaliteli yemek yememe gibi bir olasılığınız yok bana göre. Sadece sevdiğiniz mutfak üzerine seçiminizi yapmalısınız.Gerisi çorap söküğü gibi gelir.
İskoçya’da muhteşem İtalyan, İspanyol, Uzakdoğu ve Asya Mutfağı restoranları bulunmaktadır. Sadece Edinburgh’ da 10 civarında Michelin yıldızlı restoran bulunmaktadır.
Öte yandan orta çağdan kalma bir çok şato restoran ve otel olarak faaliyet göstermektedir.
Gerçi İskoç mutfağı zayıf desek de; Aberdeenshire Black Angus Etleri gerçekten inanılmaz. Özellikle benim gibi biraz yağlı sevenleriniz Rib-Eye , az yağı et sevenler ise Shirlon Tercih edebilirler. Zevkler ve renkler tartışılmaz ancak bu güzel etleri medium, medium-rare olarak pişmiş halini yemekte fayda var diye düşünüyorum.
Diğer favorilerime gelecek olursak; İskoç Somonu (Scottish Salmon) ve İskoç ıstakozu (Scottish Lobster).
Hatta Campbeltown, Oban, Skye ve Islay Adası’na yolunuz düşerse ; kur farkı bile olsa çok uygun fiyata muhteşem deniz böceği tabaklarıyla(kral Yengeci, karavida, ıstakoz, somon , midye , istiridye , kral karides ,vb) midenizi şenlendirebilirsiniz.
Bu kısa bilgilendirmenin ardından yolculuğumuza geri dönelim.
Stirling gerçekten filmlerdeki gibi tam orta çağ ruhunu yansıtan bir kasaba. Bu ruhu bir de Edinburgh ‘da hissetmiştim.
Düzayağ şeklinde başlayan kasaba ; tarihe tanıklık etmiş savaşlarda yüzlerce defa el değiştirmiş olan Stirling Kalesi’ne doğru virajlı ve yukarı eğimli bir yoldan çıkıyorduk.Yavaş yavaş kasabayı kuşbakışı olarak görmeye başladık.Gittikçe bakış açımızı genişliyordu ; bir konuyu derinlemesine inceler misali…
Kale karşımızda bütün ihtişamıyla yüzyıllara meydan okurcasına durmaktaydı.İlk bakışta; ünlü İskoç vatansever Willam Wallace ve İskoç Kral Robert King The Bruce ‘un kalenin iki ayrı köşesinde nöbet tuttuğunu hissettim.
Stirling Kalesi dönüşünde yolumuzu Glengoyne Damıtım Evi’ ne doğru yola koyuluyoruz.Damıtım evine gelmeden önce sağ tarafta çok keyifli bir çiftlik bizleri karşılıyor.Çiftlikte fish & chips lerimizi yiyoruz ve damıtım evine giriş yapıyoruz.
Glengoyne, İskoçya’nın en yavaş damıtımını yapmasıyla ve olgunlaşmada kullandığı sherry fıçılarıyla ünlüdür. Damıtım evinin bir çok bölümünde fotoğraf çekiminin yasak olduğunu belirtmek isterim.Üretim proseslerinin sonrasında çok keyifli bir tadım bizleri bekliyor.Tadım sonrasında ise; damıtım evine özel ekspresyonların bulunduğu mağazadan alışveriş yapmayı ihmal etmiyoruz.
Damıtım evi sonrası Glasgow’ daki otelimize erkenden geçiyoruz, çünkü ertesi gün büyük gün…
Sabah erkenden yolculuk Campbeltown…
Campbeltown Gezisi
Sabah saat 06:00 sularında Glasgow Buchanan Otobüs Terminali’ nden kalkan otobüs ile yaklaşık 4- 4.5 saatlik çok keyifli bir yolculuk ile Campbeltown’a ulaşabiliyorsunuz.
Çok keyifli bir saat sonrasında şoför arkadaş, kahve içmek için otobüsü durdurdu ve kahve içmek isterse ona katılabileceğimizi söyledi.Çok küçük bir kasabadaydı, göl kenarında muhteşem manzara eşliğinde kahvelerimizi yudumladık.
Daha sonra yola devam ettik.Saat 10:00 sularında Campbeltown’daydık.Glen Scotia Damıtım Evi Baş Damıtıcısı Iain McAllister ile damıtım evi ‘nde buluşacaktır.
Buluşma saatimize kadar ; Springbank ve Glengyle Damıtım Evlerini ziyaret ettik, çıkışta Cadenhead’s Viski Mağazası’na uğramayı ihmal etmedik.
Müthiş deniz mahsullerinden kendimize harika bir gastronomi şöleni yaşattıktan sonra; Glen Scotia ‘ya doğru yola koyulduk.Campbeltown düzayak bir yer ve damıtım evleri birbirine çok yakın bu da hava kötü olsa bile gezmek için çok ideal bir koşul oluşturuyor.
Iain ile damıtım evinin önünde karşılaştık, bizi çok misafirperver bir şekilde karşıladı, Covid dönemi olduğu için damıtım evi kapalıydı ancak bizler için damıtım evini açtı. Biz de kendisine ve damıtım evi çalışanlara Antep Baklavası ikram ettik, hayatında ilk defa baklava yiyen ekibin tepkileri hala gözümün önünde…
Bu lezzeti tarif etmekte zorlandılar diyebilirim…
Iain; özel ekspresyonları bizim seçmemizi istedi ve Spirit Safe in önünde hem sohbetimizi ettik hem de dramlarımızı yudumladık bu esnada damıtım evinin çatısına kurşsun gibi yağmur damlaları çarpıyor sanki bize eşlik ediyor gibi…
Muhteşem geçen zamanın ardından seçtiğim bir ekspresyonu Iain imzaladı ve iyi dileklerle Campbeltown’dan ayrılarak bizi Glasgow’a götürecek otobüse bindik…
Ertesi gün muhteşem anılarla önce Londra’ya oradan da İzmir’e doğru yola çıktık…